Dünya Organ Naklinde Hemfikir Değil
(Ahlâkî (Etik) Tartışmalar):
Organ Nakli hakkındaki dini, ahlakî, felsefî tereddüt ve tartışmalar bütün dünyada geçerliliğini koruyan bir konudur. ESOT ve EDTA/ERA isimli kuruluşların Almanya'nın Münih kentindeki ilk müşterek toplantısındaki görüşler "Organ Naklinde Ahlak, Adalet ve Ticaret" başlığı altında kitaplaştırılmıştır. Türkçe Çevirisi Editörlüğü Ekrem EREK tarafından yapılan ve Nobel Tıp Kitabevi tarafından basılan bu eserde yer bulan bazı açıklamaları burada nakletmek istiyoruz:
"Japonya ve bazı Asya kültürleri bugün bile beyin ölümünü kişinin ölümü olarak kabul etmez.
İnsan organizması tecavüzkâr girişimlere müsait kabul edilmediğinden kişi ancak bütün organları hayatiyetini kaybettiğinde ölmüş olarak kabul edilir. Vital organların çıkarılması kişinin hayatını sona erdirdiğinden müsaade ancak kişi öldükten sonra alınabilir. Organ nakli ise, ancak organ yaşıyorsa yapılabilir. Aksi takdirde, biyolojik olarak naklin gerçekleşmesi imkansızdır. Joachim Gerlach'ın bir zamanlar söylediği gibi, 'bir insan ancak bütün organları fonksiyonları yitirdiğinde ölmüş kabul edilir' denirse bu kişinin organ nakli için organ vermesi imkânsızlaşır." (sayfa 178)
"Son zamanlarda Avrupa'da da –özellikle Alman filozoflar- beyin ölümünü refüze edici ve total olarak vücudun ölümünü kabul edici sesler yükselmeye başlamıştır. Onlar ölümün gerçekten oluştuğuna inanmak istemekte ve yapay aygıtlardaki kişilerden organ alınmasına karşı çıkmaktadırlar (5,7) Liechtenstein Academic of Philosophy'den Prof. Josef Seifert, beyin ölümü kriterlerine karşı çıkarak, yoğun bakımdaki bir kişinin kimliğinin değişmediğini ve tam organ ölümüne inandığını belirtmektedir. Reddedilemez bir tez de, bizim kişilere organ vericiler olarak yaklaşmamız, beyin ölümü olmuş kişileri organ vericiler olarak görmemizdir. Prof. Seifert için organ ve kalp alınıp nakledilmesi etik olarak doğru bulunmamaktadır." (Sayfa 178)
Bu toplantıda organ nakli önünde engel teşkil eden fikirlerin bertaraf edilmesi amaçlanmış olsa da, materyalist hayat felsefesine daha yakın olan Batı dünyasında bile bu konunun ciddi bir tartışma zemini bulduğu da anlaşılmış olmaktadır.
Nitekim Batı Avrupa'da "Beyin ölümü kriterini kabul eden" son ülke Danimarka'dır.
"Merak konusu olan olay Batı Avrupa'da Danimarka'nın beyin ölümü kriterini kabul eden son ülke oluşudur." (Sayfa 186)
"Bir televizyon programında bazı din bilginleri ve bir yazar organ naklini 'yamyamlıkla' eş değer tutmuşlardır." (Sayfa 186)
"Danimarka Etik Kurulu" ölüm kriteri olarak "Bir kişi: 1. Kalp ve dolaşım fonksiyonu 2. Solunum fonksiyonu, ve 3. Beyin faaliyetleri total ve geriye dönüşü mümkün olmayacak şekilde durmuşsa ölüdür." diye bir karar almıştır. (sayfa 186)
Aynı kararda "Beyin fonksiyonu kaybolan bir kişi" ölüm olayının içine girmiş kişi olarak tanımlanmış, ölü olarak tanımlanmamıştır.
Danimarka Parlamentosu 1990 yılında bu "Etik kurulu kararı"na rağmen "Beyin Ölümü Kriteri"ni kabul aden bir yasayı onaylamıştır.
(Ahlâkî (Etik) Tartışmalar):
Organ Nakli hakkındaki dini, ahlakî, felsefî tereddüt ve tartışmalar bütün dünyada geçerliliğini koruyan bir konudur. ESOT ve EDTA/ERA isimli kuruluşların Almanya'nın Münih kentindeki ilk müşterek toplantısındaki görüşler "Organ Naklinde Ahlak, Adalet ve Ticaret" başlığı altında kitaplaştırılmıştır. Türkçe Çevirisi Editörlüğü Ekrem EREK tarafından yapılan ve Nobel Tıp Kitabevi tarafından basılan bu eserde yer bulan bazı açıklamaları burada nakletmek istiyoruz:
"Japonya ve bazı Asya kültürleri bugün bile beyin ölümünü kişinin ölümü olarak kabul etmez.
İnsan organizması tecavüzkâr girişimlere müsait kabul edilmediğinden kişi ancak bütün organları hayatiyetini kaybettiğinde ölmüş olarak kabul edilir. Vital organların çıkarılması kişinin hayatını sona erdirdiğinden müsaade ancak kişi öldükten sonra alınabilir. Organ nakli ise, ancak organ yaşıyorsa yapılabilir. Aksi takdirde, biyolojik olarak naklin gerçekleşmesi imkansızdır. Joachim Gerlach'ın bir zamanlar söylediği gibi, 'bir insan ancak bütün organları fonksiyonları yitirdiğinde ölmüş kabul edilir' denirse bu kişinin organ nakli için organ vermesi imkânsızlaşır." (sayfa 178)
"Son zamanlarda Avrupa'da da –özellikle Alman filozoflar- beyin ölümünü refüze edici ve total olarak vücudun ölümünü kabul edici sesler yükselmeye başlamıştır. Onlar ölümün gerçekten oluştuğuna inanmak istemekte ve yapay aygıtlardaki kişilerden organ alınmasına karşı çıkmaktadırlar (5,7) Liechtenstein Academic of Philosophy'den Prof. Josef Seifert, beyin ölümü kriterlerine karşı çıkarak, yoğun bakımdaki bir kişinin kimliğinin değişmediğini ve tam organ ölümüne inandığını belirtmektedir. Reddedilemez bir tez de, bizim kişilere organ vericiler olarak yaklaşmamız, beyin ölümü olmuş kişileri organ vericiler olarak görmemizdir. Prof. Seifert için organ ve kalp alınıp nakledilmesi etik olarak doğru bulunmamaktadır." (Sayfa 178)
Bu toplantıda organ nakli önünde engel teşkil eden fikirlerin bertaraf edilmesi amaçlanmış olsa da, materyalist hayat felsefesine daha yakın olan Batı dünyasında bile bu konunun ciddi bir tartışma zemini bulduğu da anlaşılmış olmaktadır.
Nitekim Batı Avrupa'da "Beyin ölümü kriterini kabul eden" son ülke Danimarka'dır.
"Merak konusu olan olay Batı Avrupa'da Danimarka'nın beyin ölümü kriterini kabul eden son ülke oluşudur." (Sayfa 186)
"Bir televizyon programında bazı din bilginleri ve bir yazar organ naklini 'yamyamlıkla' eş değer tutmuşlardır." (Sayfa 186)
"Danimarka Etik Kurulu" ölüm kriteri olarak "Bir kişi: 1. Kalp ve dolaşım fonksiyonu 2. Solunum fonksiyonu, ve 3. Beyin faaliyetleri total ve geriye dönüşü mümkün olmayacak şekilde durmuşsa ölüdür." diye bir karar almıştır. (sayfa 186)
Aynı kararda "Beyin fonksiyonu kaybolan bir kişi" ölüm olayının içine girmiş kişi olarak tanımlanmış, ölü olarak tanımlanmamıştır.
Danimarka Parlamentosu 1990 yılında bu "Etik kurulu kararı"na rağmen "Beyin Ölümü Kriteri"ni kabul aden bir yasayı onaylamıştır.