Ölü Hayattaki Gibi Aynı Acıyı Duyuyor:
Organ naklinde vücud hayattaki gibi aynı acıyı duyar. Çünkü ruh alınmıştır amma, cesed ile irtibatı vardır. Diş de cansız fakat acıyor, içindeki sinir irtibatı sağlıyor.
Hazret-i Allah bütün ruhları lâhut âleminde yarattı. Sonra kâinatın en aşağısına indirdi.
Bu mülk âleminde cesetlere giren ruhlar mülk elbisesine bürünerek cismânî ruh oldular.
Hakiki hayat ölümden sonra başlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar." buyurmuşlardır. (K. Hafâ c.2, sh. 312, 2795)
Çürüyen elbisedir ve hükümsüzdür. Ruh intikal etmiş olduğu berzahta o âleme mahsus lâtif bir kalıba bürünür. Kabirde insan, dünyada iken huy edindiği sıfatlara göre elbise giyer.
Meselâ hırsızlık yapan fare sıfatında, âilesini kıskanmayan domuz sıfatında, başkalarına hırlayan kelp sıfatında, büyük düşman ejderha sıfatında, diğer düşmanlar yılan sıfatında bir kalıp içine girer.
Hayvanî sıfatlardan arınanlar, orada insan şeklinde ve sıfatındadırlar. Mükemmel bir hayat sürerler; oturur, kalkar ve gezerler yer ve içerler.
Mahşere çıktıkları zaman da oranın elbisesini giyerler.
Bu ne zaman belli olacak? Perde kalktığı zaman.
Vücud bir elbisedir. Elbisenin altındaki elbise görünmediği için zanla hareket ediliyor.
Bu görünen dış âlemdir, içini göremezsiniz. Bunların hepsi o kapalı âlemin altındadır.
Kapalı bir âlem var, fakat dıştakiler bilmiyor.
"Onlar dünya hayatının yalnız görünen dış kısmını bilirler. Ahiretten ise habersizdirler." (Rûm: 7)
Âyet-i kerime'si bunu ispat eder.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Andolsun ki sen bundan gafildin. İşte şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir." (Kaf: 22)
Kabirde fevkalâde bir hayat mevcuttur. Berzah âlemi ile dünya arasında hassas bir perde vardır. Kabirdekiler dünyaya emirsiz gelemiyor, dünyadakiler de onların hâlini göremiyorlar.
Bir Âyet-i kerime'de:
"O Allah ki iki denizi birbirine salıverip yaklaştırmıştır. Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki ise tuzlu ve acıdır. İkisinin arasına birbirlerine karışmalarına engel olan bir perde koymuştur." buyuruluyor. (Furkân: 53)
Nitekim ünlü Fransız deniz araştırmacısı kaptan Kusto, uzun araştırmalardan sonra iki denizin arasındaki hassas perdeyi görmesi ile bu hakikate vakıf oldu.
Onun araştırıp bulduğu gibi sen de araştırırsan, sen de gerçek mânâda ilâhi bir lütfa erişirsen; âlem-i berzah ile irtibat kurabilirsin ve bu esrarı çözmüş olursun. Şu kadar var ki, milyonlarda bir kişi bu lütfa mazhar olur.
Uzak bir memlekette bulunan bir evlâdından haber alabilmen, onun yazacağı bir mektup veya edeceği bir telefona bağlı olduğu gibi; âlem-i berzahtaki durum da, oradaki fevkalâde hayat da ancak Hazret-i Allah ve Habib-i Ekrem'inin -sallallahu aleyhi ve sellem- beyanları ile anlaşılır.
Âyet-i kerime:
"Her şeyden haberdar olan Allah gibi, sana hiç kimse haber veremez." (Fatır: 14)
Vücud bir elbisedir. Onu ayakta tutan, düşündüren, konuşturan, hareket ettiren ruhtur. O bir emr-i İlâhi'dir.
Âyet-i kerime'de:
"Resul'üm! Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabb'imin emrindendir." buyuruluyor. (İsrâ: 85)
Uyku halinde iken ruh; bedenden çıkarak misâl ve melekût âlemine intikal eder, Arşurahman'a yükselir.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerin ruhunu yanında tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir.
Şüphesiz ki bunda iyi düşünen kimseler için öğütler ve ibretler vardır." (Zümer: 42)
Ruh ile vücudun ilgisi olduğu için, ruh rüyâ gördüğü zaman beden de etkilenir. Vücud güzel rüyalardan neşelenip haz duyduğu gibi, korkunç rüyalardan da üzüntü duyar.
Yani rüyâyı ruh görüyor, vücuda da tesiri oluyor. Demek ki ruh ile cesed arasında irtibat var.
Ölüm kati bir tükeniş değildir, diyar değişikliğidir.
Biz burada imtihan sahasındayız. Gerçek hayat ölümden sonra başlar. Ya sefa, ya cefa.
Âyet-i kerime'de:
"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." buyuruluyor. (Mülk: 2)
Zira bu dünya hayatı hayalidir, süfli bir âlemdir. İçi bilinmediği için yanlış hüküm veriliyor.
Ashab-ı kehf'in mağaradaki hayatları hakkında Kur'an-ı kerim'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar mağaranın genişçe bir yerinde idiler." (Kehf: 17)
Görünüşte dar yerde, fakat Cenâb-ı Hakk Âyet–i kerime'sinde onları geniş bir vâdide yaşattığını bildiriyor. Yani iç âlemin dışarıdan görülmediğini ifade ediyoruz.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Nihayet onlardan her birine ölüm geldiği vakit der ki 'Rabb'im! Beni dünyaya geri döndür. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar ve yararlı iş işlerim.'
Hayır, bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilip kaldırılacakları güne kadar, önlerinde geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah bir perde vardır." (Müminûn: 99-100)
"Onlar (kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah akşam ateşe sunulur. Kıyamet koptuğu gün de 'Firavun hânedanını azabın en çetinine sokun' denilir." (Mümin: 46)
Allah-u Teâlâ günahkâr kişilerin âhirete intikal ettiklerinde:
"Keşke benim için (dünyaya) dönüş imkânı bulunsa da iyilerden olsam!" (Zümer: 58)
"Rabb'imiz! Gördük, işittik. Artık bizi dünyaya geri döndür de salih bir amel işleyelim." diyeceklerini haber vermektedir. (Secde: 12)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir mezar ziyaretinde şöyle buyurmuştur:
"Ey mümin kavimlerin yurdu! Size selâm olsun. İnşaallah biz de arkanızdan gelip size katılacağız." (Müslim)
Diğer Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Bir ölü tabuta konulup taşınırken, iyi bir kişi ise 'Beni bir an evvel yerime ulaştırınız!' der. Kötü bir kişi ise 'Eyvah! Beni nereye götürüyorsunuz?' diye feryat eder.
Bu sesi insanlardan başka her mahluk duyar. Eğer insan da bunu duymuş olsa, derhal bayılırdı." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 652)
"Bir kul kabrine konulduğunda, cenazeye gelenler dönüp giderlerken onların ayak seslerini işitir." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 658)
"Ölü, yakınlarının kendisine ağlamasından dolayı azab görür." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 638)
"Yas tutularak ardından ağlanan ölü, bundan ötürü azab görür." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 640)
"Vasiyet etmeksizin vefat eden mümin, çevresinde gömülü bulunan ölüler ile konuşma ve muhabbet etmeye izinli olamaz." (C. Sağîr; sh. 167)
"Ölülerinizi salih insanların civarına defnediniz. Zira diriler fena komşudan eziyet gördükleri gibi ölüler de fenaların karşılıklı konuşmalarıyla rahatsız olur." (C. Sağîr; sh.13)
"Borçlu kimse kabirde mahpustur." (C. Sağîr; sh. 36)
"Biriniz ölünce sabah ve akşam ona gideceği yer gösterilir. Cennetlik ise, cennet ehlinin makamlarından bir makam; cehennemlik ise cehennem hücrelerinden bir karargâh gösterilir. Ona 'Burası senin yerindir'. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecektir denir." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 678)
Yani bunları size kabirde fevkalâde bir hayat olduğunu belirtmek için arzediyoruz.
Bir yahudi karısı ölmüştü, ev halkı başında ağlaşıyorlardı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oradan geçerken şöyle buyurdu:
"Bunlar ölülerine ağlıyorlar. Ölü ise kabrinde azap görüyor." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 639)
Bir defasında da iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdular:
"Bunlar azab görüyorlar. Halbuki azab görmeleri büyük bir şey için değildir. Birisi idrar sıçramasından sakınmazdı. Diğeri de koğuculuk ederdi." (Buhârî)
Bedir savaşında öldürülen müşriklerin ileri gelenlerinden yirmi dördünün cesetlerinin kör bir kuyuya atılmasını emretmişti. Daha sonra kuyunun başına gelerek "Siz Allah'a ve Resulullah'a itaat etseydiniz sevinirdiniz. Biz Rabb'imizin bize vaadini gerçek bulduk. Siz de Rabb'inizin size vaad etmiş olduğu azâbı gerçekleşmiş buldunuz mu?" buyurdu.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz "Yâ Resulellah!... Kendilerinde hayat eseri bulunmayan şu kokmuş cesetlere mi sesleniyorsun?" deyince şu sözü söylediler:
"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim bu söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz. Fakat onların bana cevap vermeye güçleri yetmez." (Buhârî)
Organ naklinde vücud hayattaki gibi aynı acıyı duyar. Çünkü ruh alınmıştır amma, cesed ile irtibatı vardır. Diş de cansız fakat acıyor, içindeki sinir irtibatı sağlıyor.
Hazret-i Allah bütün ruhları lâhut âleminde yarattı. Sonra kâinatın en aşağısına indirdi.
Bu mülk âleminde cesetlere giren ruhlar mülk elbisesine bürünerek cismânî ruh oldular.
Hakiki hayat ölümden sonra başlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar." buyurmuşlardır. (K. Hafâ c.2, sh. 312, 2795)
Çürüyen elbisedir ve hükümsüzdür. Ruh intikal etmiş olduğu berzahta o âleme mahsus lâtif bir kalıba bürünür. Kabirde insan, dünyada iken huy edindiği sıfatlara göre elbise giyer.
Meselâ hırsızlık yapan fare sıfatında, âilesini kıskanmayan domuz sıfatında, başkalarına hırlayan kelp sıfatında, büyük düşman ejderha sıfatında, diğer düşmanlar yılan sıfatında bir kalıp içine girer.
Hayvanî sıfatlardan arınanlar, orada insan şeklinde ve sıfatındadırlar. Mükemmel bir hayat sürerler; oturur, kalkar ve gezerler yer ve içerler.
Mahşere çıktıkları zaman da oranın elbisesini giyerler.
Bu ne zaman belli olacak? Perde kalktığı zaman.
Vücud bir elbisedir. Elbisenin altındaki elbise görünmediği için zanla hareket ediliyor.
Bu görünen dış âlemdir, içini göremezsiniz. Bunların hepsi o kapalı âlemin altındadır.
Kapalı bir âlem var, fakat dıştakiler bilmiyor.
"Onlar dünya hayatının yalnız görünen dış kısmını bilirler. Ahiretten ise habersizdirler." (Rûm: 7)
Âyet-i kerime'si bunu ispat eder.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Andolsun ki sen bundan gafildin. İşte şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir." (Kaf: 22)
Kabirde fevkalâde bir hayat mevcuttur. Berzah âlemi ile dünya arasında hassas bir perde vardır. Kabirdekiler dünyaya emirsiz gelemiyor, dünyadakiler de onların hâlini göremiyorlar.
Bir Âyet-i kerime'de:
"O Allah ki iki denizi birbirine salıverip yaklaştırmıştır. Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki ise tuzlu ve acıdır. İkisinin arasına birbirlerine karışmalarına engel olan bir perde koymuştur." buyuruluyor. (Furkân: 53)
Nitekim ünlü Fransız deniz araştırmacısı kaptan Kusto, uzun araştırmalardan sonra iki denizin arasındaki hassas perdeyi görmesi ile bu hakikate vakıf oldu.
Onun araştırıp bulduğu gibi sen de araştırırsan, sen de gerçek mânâda ilâhi bir lütfa erişirsen; âlem-i berzah ile irtibat kurabilirsin ve bu esrarı çözmüş olursun. Şu kadar var ki, milyonlarda bir kişi bu lütfa mazhar olur.
Uzak bir memlekette bulunan bir evlâdından haber alabilmen, onun yazacağı bir mektup veya edeceği bir telefona bağlı olduğu gibi; âlem-i berzahtaki durum da, oradaki fevkalâde hayat da ancak Hazret-i Allah ve Habib-i Ekrem'inin -sallallahu aleyhi ve sellem- beyanları ile anlaşılır.
Âyet-i kerime:
"Her şeyden haberdar olan Allah gibi, sana hiç kimse haber veremez." (Fatır: 14)
Vücud bir elbisedir. Onu ayakta tutan, düşündüren, konuşturan, hareket ettiren ruhtur. O bir emr-i İlâhi'dir.
Âyet-i kerime'de:
"Resul'üm! Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabb'imin emrindendir." buyuruluyor. (İsrâ: 85)
Uyku halinde iken ruh; bedenden çıkarak misâl ve melekût âlemine intikal eder, Arşurahman'a yükselir.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerin ruhunu yanında tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir.
Şüphesiz ki bunda iyi düşünen kimseler için öğütler ve ibretler vardır." (Zümer: 42)
Ruh ile vücudun ilgisi olduğu için, ruh rüyâ gördüğü zaman beden de etkilenir. Vücud güzel rüyalardan neşelenip haz duyduğu gibi, korkunç rüyalardan da üzüntü duyar.
Yani rüyâyı ruh görüyor, vücuda da tesiri oluyor. Demek ki ruh ile cesed arasında irtibat var.
Ölüm kati bir tükeniş değildir, diyar değişikliğidir.
Biz burada imtihan sahasındayız. Gerçek hayat ölümden sonra başlar. Ya sefa, ya cefa.
Âyet-i kerime'de:
"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." buyuruluyor. (Mülk: 2)
Zira bu dünya hayatı hayalidir, süfli bir âlemdir. İçi bilinmediği için yanlış hüküm veriliyor.
Ashab-ı kehf'in mağaradaki hayatları hakkında Kur'an-ı kerim'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar mağaranın genişçe bir yerinde idiler." (Kehf: 17)
Görünüşte dar yerde, fakat Cenâb-ı Hakk Âyet–i kerime'sinde onları geniş bir vâdide yaşattığını bildiriyor. Yani iç âlemin dışarıdan görülmediğini ifade ediyoruz.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Nihayet onlardan her birine ölüm geldiği vakit der ki 'Rabb'im! Beni dünyaya geri döndür. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar ve yararlı iş işlerim.'
Hayır, bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilip kaldırılacakları güne kadar, önlerinde geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah bir perde vardır." (Müminûn: 99-100)
"Onlar (kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah akşam ateşe sunulur. Kıyamet koptuğu gün de 'Firavun hânedanını azabın en çetinine sokun' denilir." (Mümin: 46)
Allah-u Teâlâ günahkâr kişilerin âhirete intikal ettiklerinde:
"Keşke benim için (dünyaya) dönüş imkânı bulunsa da iyilerden olsam!" (Zümer: 58)
"Rabb'imiz! Gördük, işittik. Artık bizi dünyaya geri döndür de salih bir amel işleyelim." diyeceklerini haber vermektedir. (Secde: 12)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir mezar ziyaretinde şöyle buyurmuştur:
"Ey mümin kavimlerin yurdu! Size selâm olsun. İnşaallah biz de arkanızdan gelip size katılacağız." (Müslim)
Diğer Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Bir ölü tabuta konulup taşınırken, iyi bir kişi ise 'Beni bir an evvel yerime ulaştırınız!' der. Kötü bir kişi ise 'Eyvah! Beni nereye götürüyorsunuz?' diye feryat eder.
Bu sesi insanlardan başka her mahluk duyar. Eğer insan da bunu duymuş olsa, derhal bayılırdı." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 652)
"Bir kul kabrine konulduğunda, cenazeye gelenler dönüp giderlerken onların ayak seslerini işitir." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 658)
"Ölü, yakınlarının kendisine ağlamasından dolayı azab görür." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 638)
"Yas tutularak ardından ağlanan ölü, bundan ötürü azab görür." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 640)
"Vasiyet etmeksizin vefat eden mümin, çevresinde gömülü bulunan ölüler ile konuşma ve muhabbet etmeye izinli olamaz." (C. Sağîr; sh. 167)
"Ölülerinizi salih insanların civarına defnediniz. Zira diriler fena komşudan eziyet gördükleri gibi ölüler de fenaların karşılıklı konuşmalarıyla rahatsız olur." (C. Sağîr; sh.13)
"Borçlu kimse kabirde mahpustur." (C. Sağîr; sh. 36)
"Biriniz ölünce sabah ve akşam ona gideceği yer gösterilir. Cennetlik ise, cennet ehlinin makamlarından bir makam; cehennemlik ise cehennem hücrelerinden bir karargâh gösterilir. Ona 'Burası senin yerindir'. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecektir denir." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 678)
Yani bunları size kabirde fevkalâde bir hayat olduğunu belirtmek için arzediyoruz.
Bir yahudi karısı ölmüştü, ev halkı başında ağlaşıyorlardı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oradan geçerken şöyle buyurdu:
"Bunlar ölülerine ağlıyorlar. Ölü ise kabrinde azap görüyor." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 639)
Bir defasında da iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdular:
"Bunlar azab görüyorlar. Halbuki azab görmeleri büyük bir şey için değildir. Birisi idrar sıçramasından sakınmazdı. Diğeri de koğuculuk ederdi." (Buhârî)
Bedir savaşında öldürülen müşriklerin ileri gelenlerinden yirmi dördünün cesetlerinin kör bir kuyuya atılmasını emretmişti. Daha sonra kuyunun başına gelerek "Siz Allah'a ve Resulullah'a itaat etseydiniz sevinirdiniz. Biz Rabb'imizin bize vaadini gerçek bulduk. Siz de Rabb'inizin size vaad etmiş olduğu azâbı gerçekleşmiş buldunuz mu?" buyurdu.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz "Yâ Resulellah!... Kendilerinde hayat eseri bulunmayan şu kokmuş cesetlere mi sesleniyorsun?" deyince şu sözü söylediler:
"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim bu söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz. Fakat onların bana cevap vermeye güçleri yetmez." (Buhârî)