20. Yüzyılın en büyük yanılgılarından biri: Beyin Ölümü
Prof. Dr. Şahin AKSOY, Şanlıurfa Tabip Odası Başkanı
Medimagazin
Pazartesi, 27 Kasım 2006
Sıcak Ölüler Bu haftaki Medimagazin'de Sağlık Bakanlığı'nın, beyin ölümü raporu verilen hastaların yaşam destek ünitesinden çıkarılıp çıkarılmaması karanını aile onayına bırakan yasada değişiklik yapma hazırlığı ile ilgili bir haber var. Bu da yetmiyormuş gibi, hazırlanılan yeni yasa taslağında, beyin ölümü raporu 4 uzman yerine 2 uzman onayıyla verilecekmiş.
Beyin ölümü kavramı 1968 yılında başarılı kalp nakli ameliyatlarının yapılmasından sonra Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından ortaya atılmış ve bugün tip çevreleri ve hükümetler tarafından hüsnükabul görmüş, 20. yüzyılın en büyük yanılgısından birisidir.
Beyin ölümü kavramının organ nakillerine 'malzeme' sağlama ile yoğun bakımdaki belli hastalan 'sessiz gemi'ye vakitsizce bindirme dışında hiçbir pratik faydası bulunmamaktadır.
Beyin ölümü teşhisi koyulan hastalar organlar alınana kadar yaşam destek makinesinde tutulur, idrar takibi yapılır, enfeksiyon ihtimaline karşı antibiyotik verilir, hatta kalbi durursa kalp masajı yapılır.
Eğer anestezi yapılmazsa, beyin ölümü gerçekleşen hastalar organlar alınırken neşter darbelerine tepki verir ve kan basıncı ile kalp atımı belirgin şekilde yükselir. İngiltere’de Norfolk ve Norwich Hastaneleri uzman anesteziyoloğu Dr. Phillip Keep 19 Ağustos 2000 tarihli Guardian gazetesine verdiği beyanatta "Beyin ölümü gerçekleşmiş kişinin organlarını alırken bıçağı vurduğunuzda nabız ve kan basıncı fırlar. Eğer hastaya anestezi vermezseniz hasta kımıldamaya başlar, kıvranır ve ameliyat etmek imkânsız bir hal alır" demiştir.
Literatürde beyin ölümü teşhisi konulan hamile kadının aylarca bu durumda kaldığı ve sağlık bir bebek dünyaya getirdiği ile beyin ölümü gerçekleşen bir çocuğun 'yaşam destek makinesine bağlı olarak ve gerekli beslenmesi yapılarak 14 yıla kadar hayatta kaldığı rapor edilmiştir. • Beyin ölümü teşhisinde hata yapmak mümkündür. Örneğin Guillian Barre sendromu, hipotermi ve bazı ilaçlar ve toksinler beyin ölümü belirtileri verebilmektedir.
Kaliforniya Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Pediatrik Nöroloji profesörü Shewmon, beyin ölümü kriterleri savunucularının temel dayanaklarından birisi olan, beyinin "bedenimizi bir arada tutan ana unsur olduğu iddiasının tamamen tartışmalı olduğu, çünkü beyin ölümünün bedenin dağılmasına neden olmayacağını, dolayısı ile klinik beyin ölümü durumunun ölümün biricik belirteci olarak tanıda kullanılmaması gerektiğini söylemiştir. Bedenimizi bir arada tutan' unsur kalptir. Ancak kalp öldüğü zaman veya bedeni terk ettiği zaman beden dağılır.
* 29.05.1979 tarih ve 2238 sayılı "Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanunun 5. maddesi "On sekiz yaşını doldurmamış ve mümeyyiz olmayan kişilerden organ ve doku alınması yasaktır" der. Ancak ülkemizde on sekiz yaşın altındaki beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerin organları, bu yasağa rağmen, hekimlerin teşviki ve anne-babalarının onayı ile alınır ve medya da bunu çarşaf-çarşaf haber yapar. . Mevcut pek çok bilimsel veri ile beyin ölümünün mutlak ölüm olmadığı son derece açıktır. Aslında beyin ölümü sadece, böbrek yetmezliği veya karaciğerin iflası gibi bir prognoz göstergesidir. * Beyin ölümü tanısı konulan hastalardan alınan organlar, esasında halk canlı olan, kalbi atan, yardımla bile olsa nefes alıp-veren, kan dolaşımı devam eden, insan sıcaklığını taşıyan, hatta belki de ağrı duyan insanlardan alınmaktadır. • Öyleyse, daha fazla organ kaynağı oluşturmak adına bu 'varsayımsal ölüm tanımından vazgeçilmesidir. Eğer beyin ölümünün mutlak ölüm olduğu varsayımına devam edilecek ve bu hastalardan organ alınmaya devam edilecekse en azından organ bağısı yapan kişilere ve kamuoyuna, onlara organları alınırken anestezi (ve analjezi) verilmesi gerektiği, aksi takdirde irkilme ve kıvranmanın söz konusu olacağı, nabız ve tansiyonlarının yükseleceği söylenmelidir. Aksi takdirde, organlarını başkalarının yaşamını kurtarmak için verme fedakârlığında bulunan bu insanların uygun şekilde bilgilendirildiğinden söz edilemez. Bu haksız bilgilendirmeme ve samimiyetsizlik devam ettiği sürece insanların gönül rahatlığı ile organların bağışlamalarını beklemek boşunadır. Sağlık Bakanlığı'nın hazırlık içinde olduğu yasa değişikliği de toplum nazarındaki şüpheleri artırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
Prof. Dr. Şahin AKSOY, Şanlıurfa Tabip Odası Başkanı
Medimagazin
Pazartesi, 27 Kasım 2006
Sıcak Ölüler Bu haftaki Medimagazin'de Sağlık Bakanlığı'nın, beyin ölümü raporu verilen hastaların yaşam destek ünitesinden çıkarılıp çıkarılmaması karanını aile onayına bırakan yasada değişiklik yapma hazırlığı ile ilgili bir haber var. Bu da yetmiyormuş gibi, hazırlanılan yeni yasa taslağında, beyin ölümü raporu 4 uzman yerine 2 uzman onayıyla verilecekmiş.
Beyin ölümü kavramı 1968 yılında başarılı kalp nakli ameliyatlarının yapılmasından sonra Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından ortaya atılmış ve bugün tip çevreleri ve hükümetler tarafından hüsnükabul görmüş, 20. yüzyılın en büyük yanılgısından birisidir.
Beyin ölümü kavramının organ nakillerine 'malzeme' sağlama ile yoğun bakımdaki belli hastalan 'sessiz gemi'ye vakitsizce bindirme dışında hiçbir pratik faydası bulunmamaktadır.
Beyin ölümü teşhisi koyulan hastalar organlar alınana kadar yaşam destek makinesinde tutulur, idrar takibi yapılır, enfeksiyon ihtimaline karşı antibiyotik verilir, hatta kalbi durursa kalp masajı yapılır.
Eğer anestezi yapılmazsa, beyin ölümü gerçekleşen hastalar organlar alınırken neşter darbelerine tepki verir ve kan basıncı ile kalp atımı belirgin şekilde yükselir. İngiltere’de Norfolk ve Norwich Hastaneleri uzman anesteziyoloğu Dr. Phillip Keep 19 Ağustos 2000 tarihli Guardian gazetesine verdiği beyanatta "Beyin ölümü gerçekleşmiş kişinin organlarını alırken bıçağı vurduğunuzda nabız ve kan basıncı fırlar. Eğer hastaya anestezi vermezseniz hasta kımıldamaya başlar, kıvranır ve ameliyat etmek imkânsız bir hal alır" demiştir.
Literatürde beyin ölümü teşhisi konulan hamile kadının aylarca bu durumda kaldığı ve sağlık bir bebek dünyaya getirdiği ile beyin ölümü gerçekleşen bir çocuğun 'yaşam destek makinesine bağlı olarak ve gerekli beslenmesi yapılarak 14 yıla kadar hayatta kaldığı rapor edilmiştir. • Beyin ölümü teşhisinde hata yapmak mümkündür. Örneğin Guillian Barre sendromu, hipotermi ve bazı ilaçlar ve toksinler beyin ölümü belirtileri verebilmektedir.
Kaliforniya Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Pediatrik Nöroloji profesörü Shewmon, beyin ölümü kriterleri savunucularının temel dayanaklarından birisi olan, beyinin "bedenimizi bir arada tutan ana unsur olduğu iddiasının tamamen tartışmalı olduğu, çünkü beyin ölümünün bedenin dağılmasına neden olmayacağını, dolayısı ile klinik beyin ölümü durumunun ölümün biricik belirteci olarak tanıda kullanılmaması gerektiğini söylemiştir. Bedenimizi bir arada tutan' unsur kalptir. Ancak kalp öldüğü zaman veya bedeni terk ettiği zaman beden dağılır.
* 29.05.1979 tarih ve 2238 sayılı "Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanunun 5. maddesi "On sekiz yaşını doldurmamış ve mümeyyiz olmayan kişilerden organ ve doku alınması yasaktır" der. Ancak ülkemizde on sekiz yaşın altındaki beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerin organları, bu yasağa rağmen, hekimlerin teşviki ve anne-babalarının onayı ile alınır ve medya da bunu çarşaf-çarşaf haber yapar. . Mevcut pek çok bilimsel veri ile beyin ölümünün mutlak ölüm olmadığı son derece açıktır. Aslında beyin ölümü sadece, böbrek yetmezliği veya karaciğerin iflası gibi bir prognoz göstergesidir. * Beyin ölümü tanısı konulan hastalardan alınan organlar, esasında halk canlı olan, kalbi atan, yardımla bile olsa nefes alıp-veren, kan dolaşımı devam eden, insan sıcaklığını taşıyan, hatta belki de ağrı duyan insanlardan alınmaktadır. • Öyleyse, daha fazla organ kaynağı oluşturmak adına bu 'varsayımsal ölüm tanımından vazgeçilmesidir. Eğer beyin ölümünün mutlak ölüm olduğu varsayımına devam edilecek ve bu hastalardan organ alınmaya devam edilecekse en azından organ bağısı yapan kişilere ve kamuoyuna, onlara organları alınırken anestezi (ve analjezi) verilmesi gerektiği, aksi takdirde irkilme ve kıvranmanın söz konusu olacağı, nabız ve tansiyonlarının yükseleceği söylenmelidir. Aksi takdirde, organlarını başkalarının yaşamını kurtarmak için verme fedakârlığında bulunan bu insanların uygun şekilde bilgilendirildiğinden söz edilemez. Bu haksız bilgilendirmeme ve samimiyetsizlik devam ettiği sürece insanların gönül rahatlığı ile organların bağışlamalarını beklemek boşunadır. Sağlık Bakanlığı'nın hazırlık içinde olduğu yasa değişikliği de toplum nazarındaki şüpheleri artırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.